Sayfalar

20 Nisan 2013 Cumartesi

Delice

Urla'da bizi kendine çeken içten, sıcak yerlerden biri de "Delice Şarküteri & Cafe" oldu. İlk olarak Ünal Kardeşler'e giderken uğradık Delice'ye. Halis zeytinyağı almak istiyorduk.Pencereden gördüğümüz pırıl pırıl zeytinyağı şişeleri ve sabunlar bizi kendilerine çekti!


Dönüşte tekrar uğradık.Bu şirin aile işletmesinde yukarıdaki resimde gördüğünüz sarışın minik fıstık, annesi ve babannesi ile tanıştık önce. Sonra Kimya Mühendisi olan İlker Bey'le tanıştık. Doğal yollardan zeytinyağı ve çeşitli başka hammaddelerle kendisinin yaptığı sabunları anlattı bize. 


Anasonlu, melisalı, elmalı, keçisütü&kahveli ve daha birçok çeşit sabun üretiyormuş İlker Bey. Özel kutularda satılan, mis gibi kokan bu sabunlardan birkaç çeşit aldık. Bende önlenemez bir sabun merakı var!Hatta benden de eşime geçti :) Biz marketten aldığımız sabunları bile paketlerinden çıkarır balkondaki sepetimize koyup güneşte kuru kalmalarını sağlarız. Mis gibi de kokarlar! Eve döndükten sonra bu sabunlardan keşke daha fazla alsaydım diye pişman oldum. Hem organik hem de fiyatları çok uygundu.


 Eğer sizin de yolunuz Urla'ya düşerse Delice'ye uğrayın derim ben. Eve dönerken arkadaşlarınıza Urla'dan götürebileceğiniz bu güzel sbaunlardan daha iyi bir hediye daha olamaz! 

Merak edenler için adresi ve Delice'nin telefon numarasını da paylaşıyorum : Delice - Urla İskelesi M.Fevzi Çakmak Caddesi Urla-İzmir
0232 752 30 33

Herkese sevgiler...

Bora ile Gezmeler : Urla

Urla'yı uzun zamandır merak ediyordum. Bu yılın mart ayınaymış İzmir'in bu güzel ilçesini görmek.Urla'ya ulaştığımızda sahilde arabaya park yeri bulmak kolay olmadı pek. Meğer Pazar günü burada pazar kuruluyormuş ve haftasonu kahvaltısı için İzmir'in heryerinden buraya gelenler oluyormuş.
Bakar mısınız manzaranın güzelliğine?


Bizimkiler de manzaraya böyle uzun uzuuun baktılar işte.İki hasta erkek... Neyse ki bu güzel hava ikisine de iyi geldi ve dönüşte iyileştiler :)


Boracığım'ın terleyen minik lokum ayaklarından çoraplarını da çıkarıp onu böyle güneşe çıkardım işte...Mart ayının 24'ünde hem de!


Urla'da ne yapılır,nerelere gidilir diye inernetten araştırdığımızda "Güvendik Tepesi'ne çıkmadan, oradan muhteşem Urla manzarasını seyretmeden dönmeyin" dendiğini gördük. Bizim de ilk işimiz Güvendik'e nasıl gidildiğini öğrenmek oldu. Yolda mışıl mışıl uyuyan Bora'yı battaniyesine sarıp Güvendik Tepesi'ne çıkardık kucağımızda. Aşağıdaki resimde masanın karşısındaki birleştirilen sandalyelerde uyuyan paşa, Bora'dır Bora!.. Güvendik Çay Bahçesi'nde birşeyler içip yine "Urla'da yapmadan dönülmemesi gereken" şeylerden birini yapmak için yola koyulduk."Ünal Kardeşler'de katmer & çiğ börek yemek!"


Ünal Kardeşler'i yol tarafından geçerken bulduk. İçeri girdiğimizde arka tarafın muhteşem Urla sahiline açıldığını, dizi dizi masalarla tıpkı İstanbul Çengelköy'deki gibi sıcak bir kahvaltı mekanı oluşturulduğunu gördük. Ünal Kardeşler o kadar kalabalıktı ki bir an yer bulamayacağımızdan korktuk. Neyse ki biz Güvendik Çay Bahçesi sahibinden Ünal Bey'e selam getirmiştik; bizi güzel bir masaya yerleştirdiler :) Bora ile aşağıdaki fotoğraflarımızda farkedilen Bora'nın asık suratı uykudan uyandırılıp arabadan çıkartılmış olması sebebiyledir efendim! :) Gördüğünüz gibi ne kırmızı arabası, ne de ortamın hoşluğu güldüremedi beyfendiyi! Önünde kırmızı arabası, gözünde yaş ile bekleyen Bora nasıl ama?

Eveeet gördüğünüz gibi katmerlerimiz de geldi! Hem de meşhur ev yapımı yoğurttan yapılan ve cam şişede sunulan nefis ayran ile! Gördüğünüz o kocaman tabağı bitirdim, üstüne eşim peynirli sevmediği için onunkinin de yarısını afiyetle yedim! :) Bitiremediğim ayransa aklımda kaldı :)


Katmer ziyafetinden sonra yavaş yavaş, geze geze havaalanına gitmek amacıyla yola çıktık. Ünal Kardeşler'e çok yakın biryerde olan Delice'ye uğrayp doğal zeytinyağı sabunlarından aldık. (Delice'den ayrı bir postta bahsedeceğim.) Yol üstünde kurulmuş pazarı görünce dayanamayıp atladım arabadan :) Köylerden gelen doğal ürünlerin satıldığı pazarda alışveriş yapmak bambaşka birşey. Bana 3 yıl önce gittiğimiz Çeşme'deki pazarı hatırlattı. Mis kokan domateslerden, hayatımda gördüğüm en güzel limonlardan ve enginarlardan alıp arabaya döndüm. Bora yine lokum kıvamında uyuyordu :)


Havaalanına vardığımızda kendimize birer kahve alıp Bora'ya da mama hazırladık.Çok şükür mızmızlanmadan mamasını bitirdi. Tabi mamasını ikiletmeden bitirmesinde etrafındaki hanımların, genç kızların etkisi büyüktü. Bizim çapkın oğlan kime bakacağını şaşırdı! Bir sağdakine öpücük attı mamalı dudaklarıyla, bir soldakine...Kadınlar da şaşırdı kaldı! 
Ben rahatça kahvemi içebileyim diye Bora ile birlikte kitap bakmaya giden eşim uzun süre dönmeyince çok merak ettim. Meğer D&R'daki abilerle sıkı bir muhabbete girmişler, birbirlerini sevmişler, kaynaşmışlar bizimkiler! Daha sonra kitap bakma sırası bana geldiğinde ben de tanıştım Bora'nın kitapçı abileriyle. Bora'ya Gangnam Style açıp sesi de yükselttiler ve hep birlikte dans etmeye başladılar. Bilirsiniz Bora ne sever müziği, dansı...Tabi ki zevkten dört köşe oldu! Kitapçıya gelen müşteriler dans eden görevlileri ve bu minik bebeği gördüklerinde şaşırdılar tabi ki :)


Vee buna benzer çeşitli küçük küçük maceralardan sonra uçağımıza bindik. Böyle güzel bir gökyüzüne havalandık. İstanbul'da uçaktan indiğimizde bavulları beklerken Bora'nın birden "Dedeeeee!" diye bağırmasıyla irkilip baktığı yöne döndüğümüzde aşağıda görebileceğiniz resmi gördük hareketli reklam panosunda. Malum 2 gündür dedesini göremeyen Bora çok özlemiş, gördüğü ilk sakallıyı dedesi sanmıştı! Panodan zor ayırdık onu. 


19 Nisan 2013 Cuma

Bora ile Gezmeler : Seferihisar - Bademler Köyü

İzmir gezimizin ikinci gününde bu güzel havayı balkonumuzda işte böyle içimize çektik. Hem de sabahın 6'sında! Odamızın tam karşısında çiftlikteki atların gezdiği, koştuğu alan olduğu için uyanıp ilk iş oraya baktık; ama atlar bizim kadar erkenci değildi. Sonra kahvaltı için aşağı inelim deyip restauranta gittiğimizde (tabi saat 7:30 oldu o zamana kadar) henüz restaurant görevlileri bile yeni gelmişlerdi.


Kahvaltıyı beklerken biz de biraz çiftliği gezdik. Konvoy Hotel Country Club Seferihisar'ın Türkiye'nin ilk köy senatosunu kuran, 74 yıldır oyunların sergilendiği tiyatrosuyla ünlü olan Bademler Köyü'nde yer alıyor ve içinde kocaman bir at çiftliği var. Tesadüfen atların uyuduğu bölüme gittiğimizde birinin henüz yeni doğum yaptığını öğrendik görevliden :) Malesef minik tayı göremedik ama annesinin o nemli gözleriyle buluştu gözlerimiz. Ürkütmemek ve kızdırmamak için hayatında ilk kez bu kadar yakından bir at görmüş olan Bora'nın minik çığlıklarıyla rahatsız etmemek için uzaklaştık.


Otelin etradında oldukça geniş yemyeşil bir alan olduğunu gördük. Biliyor musunuz romantik oğlum yine bana çiçek verdi. Hem de bu kez en sevdiklerimden, papatya! Bakın nasıl da uzatıyor, koklatıyor, yapraklarını seviyor :)


Bora ile bisiklete bindik biraz. Onun için çok heyecan vericiydi ama benim için onu bisikletin üzerinde zaptetmek kolay olmadı!
Nihayet kahvaltı saati geldiğinde otelin birbirinden lezzetli köy domatesleri, çeşit çeşit peynirleri ve tabi ki benim gözlerimi kamaştıran balıyla harika bir kahvaltı yaptık.


Kahvaltı sırasında görevlilere ata binmek istediğinizi söylerseniz siz kahvaltınızı yapana kadar onlar atı ayarlayıp alana getiriyorlar. Biz de bu geziden önce epey at binme hayali kurduğumuz için hemen ilgili kişiye bilgi verdik. O sırada bu aşağıda gördüğünüz sevimli, sarı midilli de uyanıp gezmeye çıkarılmıştı. Bora ile biraz bu şirini sevdik :)


Vee ta ta taaa taaaaam! İşte ata binen biz :) Binerken biraz zorlanmış olsam da atın üzerindeyken kısa sürede ata alışıyorsunuz, hem o da size alışıyor.Ağzım kulaklarımda gezindim durdum böyle :) Ve itiraf edeyim; inerken eşimin kahkahaları ve dalga geçmesine maruz kaldım altıma sandalye getirilmesine rağmen bir türlü inemediğim için!


Urla'ya gitmek için otelden ayrılırken otel yetkilileri bize sanki uzun zaman göremeyecekleri akrabalarını uğurluyorlarmış gibi davrandılar. Şanslı Boracık'a da yolculuk boyunca elinden düşürmeyeceği güzel bir oyuncak hediye ettiler :) Urla'da yaptıklarımızı da anlatacağım ama öncesinde Urla sahilinden bu güzel manzarayı paylaşıyorum sizinle :


Sevgiler...

13 Nisan 2013 Cumartesi

Bora ile Gezmeler : Seferihisar - Sığacık - Teos Antik Kenti

Birkaç hafta önce eşime küçük bir doğum günü hediyesi olarak planladığım Seferihisar-Urla gezisini yapmak üzere İzmir'e gitmiştik. Hem de hasta hasta!.. Tam gezimizden önce Bora hastalandı; öksürük, hırıltı, burun akıntısı... Nebulizatörle 4-5 saatte bir ilaçlarını vermeye başladık. Gitsek mi gitmesek mi derken, cihazı yanımıza almak kaydıyla doktorumuzdan da gezi için izin aldık :) Derken hafiften hasta olan sevgili eşim giderayak iyice hastalandı. Hastalık bizi korkutur mu, tabi ki gitmekten vazgeçmedik :) Benim de işlerim yoğunlaşınca bir baktık valiz, çanta bile hazırlamadan uçak saati gelmiş bile! Apar topar, nefes nefese hazırlanan valiz ve acil durum çantası özelliğinde olan, içinde nebulizatörle hazır hale gelen Bora'ya ait sırt çantası ile sabah erkenden havaalanına geçtik. Bu uçuşumuz Bora'nın da ilk uçağa binişi oldu aynı zamanda. Bora ile uçak yolculuğu sandığımdan çok daha rahat geçti. (Daha önceki postlarımda bahsetmiştim.)

İzmir' ulaştığımızda harika bir havanın ve kiralık arabamızın bizi beklediğini görünce hastalıkları unutup keyifleniverdik hemen :) İzmir'de tabelalar o kadar açık ve net ki, pek kimseye sormadan Seferihisar'a ulaşabildik diyebilirim.Tabi yolda eczaneye uğrayıp bir poşet ilaç almamız gerekti...Zira arabada bebek koltuğu olmadığı için beni epey yoran Bora sayesinde tüm eklem yerlerimin sızlamaya başladığını ve beni de eşimden aldığım mikropların gribin eşiğine getirdiğini farkettim!

İçinde bir at çiftliği de bulunan Bademler Köyü'ndeki güzel otelimize varıp odamıza yerleştikten sonra öğle yemeği için Sığacık Liman'a gittik.


Sığacık Liman'a ulaştığımızda hava günlük güneşlikti. Mart ayının ortasında İstanbul'da buz gibi bir hava varken İzmir'de bizi bu kadar güzel bir havanın karşılaması gerçekten harika oldu! Üçümüz de hasta olduğumuz için (en sonunda ben de tamamen hastalığa teslim olmuştum) sıcak bir çorba içip, karnımızı iyice doyuralım diyerek internetten tavsiye edilen mekanlardan biri olduğunu öğrendiğimiz Sığacık Liman Restaurant'a gittik. Hemen marinada bulunan restaurantta hizmet gerçekten iyiydi. Ama doğrusunu söylemek gerekirse ben o gün yediğim eti biraz sert buldum :)


Yemekten sonra Marina'da biraz gezinip meşhur Sığacık Pazarı'nın kurulduğu Seferihisar Kalesi'nin çevresine gittik. Pazar günleri Kale Avlusu'nda kurulan bu pazarda Seferihisar köylülerinin ürettiği organik ürünler satılıyor ve binlerce turist bu pazardan alışveriş yapmak için buraya akın ediyormuş. Ne yazık ki pazarı canlı canlı görme şansı bulamadık ama sokak aralarında yöre halkının minik şirin dükkanlarda sattığı el emeği ürünleri görebildik.
Sığacık iskelesi etrafında bulunan Teos Antik Kenti ilk çağlardan günümüze kadar ulaşmayı başarmış. Her ne kadar biz iyice gezemesek de antik kentte bulunan Dionysos Tapınağı buradaki en önemli yapılardan.


İskele çevresindeki gezimizden sonra otelimize döndüğümüzde saat öğleden sonra 3'tü. Ne yaptık biliyor musunuz? Daha önce otelimizin çevresinde gezmeyi, görmeyi planladığımız yerlerin hepsini bir kenara bırakıp klimanın derecesini yükseltip perdeleri kapattık veee mışıl mışıl uyuduk. Hem de akşam 8'e kadar! Öyle iyi geldi ki iyileştiğimi hissettim. Uyandığında Bora da tam bir lokum kıvamındaydı, hırıltısı da azalmıştı çok şükür.Babacığının öksürükleri devam ediyordu ama balıksever sevgilimin ilacı  Marina'da onu bekliyordu :) 


İzmir'e giderken Bora'nın arabasını götürmedik. Hem zaten uçak saatine kadar valiz-çanta hazırlamayan "biz"den bebek arabasını organize edip hazırlamak beklenemezdi :) Akşam yemeği için Marina'ya gidip arabayı parkettiğimizde Bora'nın yürümek istememesi, bizim de kollarımızda derman kalmaması sebebiyle tam karşıdaki marketin önünde dizili olan market arabaları gözümüze pek şirin göründü :) Eşim "Yapma, etme, olmaz" dese de ben bir koşu market arabasını alıp Bora'yı içine oturttum. Başladık tıngır mıngır gezinmeye. Paşamızın bir hoşuna gitti, bir hoşuna gitti ki sormayın!
İstikamet "Kayık İçi Balık Pişiricisi" idi.İnsanların özene bezene giyinip akşam yemeğine geldikleri bu şık restaurant'a market arabasıyla hızlı bir giriş yapıp tüm bakışları üzerimize topladık! Hem herhangi bir ortamda bizim dikkat çekmememiz mümkün mü? Tabi ki hayır! Market arabasını restaurantın içine uygun biryere parkedip en güzel masaya yerleştik ve balığımızı seçip iştahli bir bekleyişe geçtik.
Bora'nın son günlerde "çatal" takıntısı olduğu için ve eline bir çatal vermezsek "kakaal, kakaaal" diye bağırıp herkesi rahatsız edeceğinden  tüm tehlikesine rağmen ve sürekli yere atmasına rağmen beyefendinin çatallarını yenileyip durduk :) Yemeğin sonunda restaurant'da farklı bir masadaki grupta gitarlar, ziller, tefler ortaya çıktı ve birbirinden güzel şarkılar söylenmeye başlandı! Ee biz durur muyuz? Tabi ki hayır! Biz de şarkılara eşlik edip coştuk. Bora da kendine hakim olamayıp dansetmeye başlayınca babası ile gidip karşı masaya yerleştiler :) Eğlenen, coşan, şaşıran, mutlu olan Bora'cığımız o akşam arabada hemen uyuyup gerçek dünyadan rüyalar alemindeki maceralarına geçiş yaptı.
İzmir'in güzel havası üçümüzü de iyileştirdi, hastalıklarımızı unutuverdik.Bize günden kalan güzel bir yolculuk, harika uzun bir uyku, güzel bir akşam yemeği, hoş müzikler ve Bora uyurken odamızda kitap okuma keyfi oldu...