Sayfalar

21 Aralık 2013 Cumartesi

Kış Sabahı Yürüyüşlerimiz

Hep yaz olsun isterdim. Ama artık kışları da seviyorum, kışın renklerini, kışın meyve-sebzelerini, kokusunu, soğuğunu, telaşını... Kar yağmadan önceki haftalarda haftasonları sabah yürüyüşü yapmaya başladık. Sabah gezisi desek daha doğru olabilir çünkü birimiz yürüyüp koşabilirken diğeri Bora'nın arabasını sürebiliyor ancak;) Zaten haftasonları erkenden kalkıyoruz. Bora'nın "Mehmeeet kalk kaaballltıı bapalıııım!" nidaları eşliğinde uyumak pek mümkün olmuyor zaten :)))


Çok yakınımızda bir park var (arabayla 10 dakika). Malum İstanbul'da mesafe kavramı çok farklı ;) Yazları çok kalabalık olduğu için uzun süredir gitmiyorduk ama kışın tadından yenmiyormuş! Sabahın o erken saatinde sadece spor yapmak için gelenler oluyor, sonra da çocuklarını parka getiren anne babalar...


Bora hem şehrin ortasında hem de doğanın içinde oluyor buraya geldiğinde. Hayvanları görüp tanıyor, bazılarına dokunabiliyor, bazılarını besliyor... Ağaçları, yere düşen yaprağı, taşı, böceği, suyu yakından görüyor; yaşıyor yaşayabildiği kadar. Bora 1 yaşından beri tabiri caizse şakır şakır konuşuyor, görenleri, tanıyan tanımayan herkesi şaşırtıyor kurduğu cümleler, konuşma hızı ve bildiği kelimeler tabi ki... Birçok hayvanın ismini epeydir biliyor ve tanıyor. Daha 1 yaşında tvde, kitaplarda gördüğünde "baykuş"u tanır, kediyle köpeği daha bebecikken ayırırdı. Zürafa deriz "Zürafaaa" der, hipopatam deriz daha ilk duyduğunda "İpopataaam" der... Hiç korkmadan 1,5 yaşındayken İzmir'de ata bindi. Taşköprü'de inekleri, minik bir buzağıyı, kuzuları yakından gördü. Kocaman köpeklere hiç korkmadan dokunur, sever... (Tabi bizim gözetimimizde;) ) Bu beni çok mutlu ediyor. Çocukların duygusal zeka gelişiminde anne-babası dışındaki diğer insanlarla, çocuklarla ve hepsinden farklı olarak hayvanlarla kurduğu iletişim biçimi çok önemli. Dünyayı bir bütün olarak algılaması, doğayı, hayatı sevmesi, hayal dünyasının zenginleşmesi için hayvanları sevmesi, korkmaması gerekiyor.




 Ben  hayvanat bahçelerini hiç sevmem. Çocukken beni götürürlerdi çokça ama mutlu etmezdi hatırlıyorum.  Hayvanların kafesler, parmaklıklar arkasında, küçücük alanlarda müzede sergilenen birer eşyalarmış gibi sergilenmesinden hoşlanmıyorum. Görmeye kalbim dayanmıyor... O nedenle çok çok büyük alanlarda korunarak yaşatılan hayvanları görmeye gidebiliyorum ancak. Ben çocukken İstanbul'da fil, zürafa, ayı , çeşit çeşit kuşlar, maymunlar gördüm ama Bora göremeyecek muhtemelen. Çünkü varsa bile götürmeyeceğiz. Eğer çok iyi bakılan ve gerçekten harika doğal bir ortamda yaşatıldıklarını bildiğim biryer olursa o başka... Ben Bora'yı Güney Afrika'ya götürmek istiyorum mesela bazı vahşi hayvanları yakından görmesi için. Şimdiden dilek defterine yazmak gerek ve para biriktirmeye başlamak ;)


x


Haftasonu geldiğinde hep birlikte erkenden kahvaltımızı yapıp hazırlanmaya başladığımızda Bora oyuncaklarını bırakıp çıkmak istemezse ona ördekleri hatırlatıyoruz. "Ördeklere gitcek mi anne, ördeklere gitcek miiiii?" diye ardı ardına soru soran Bora'yı giydirip çıkıyoruz. Ördeklere bayılıyor bizim minik ördek! :)










Bana özel poz verdiler :)



Dünyaya gözlerini açalı çok olmamış olan şu sevimli, miskin taya bayıldık!





Kaydıraktan kaydırağa koşturan Bora...


Eve dönmek istemeyen Bora...



Herkese sevgiler,

Derya

11 Aralık 2013 Çarşamba

Bora ile Sırbistan Gezisi - 1

Dışarıda lapa lapa kar yağarken sonbahar görüntüleri içeren bir gezi postu nasıl gider sizce? Bu Ekim ayında Bora ile 5 günlüğüne Sırbistan'a gittik. Bizi Sırbistan'a alıp götüren sadece bir akşam Belgrad'la ilgili gelen bir e-mail oldu.  Uçak biletlerimizi alıp, otel rezervasyonumuzu yaptırdıktan sonra Sırbistan'da nerelere gidilir, ne yenir, ne içilir araştırması yaptık hızlıca. Unutmadan söyleyeyim, Sırbistan Türkler'den vize istemiyor. Birçok kişinin görüşünün aksine Sırplar'ın çok sıcak ve yardımsever insanlar olduğunu gördük tüm gezimiz boyunca ya da bize onlar denk geldi ;)


Otelimiz Sırbistan'ın en büyük şehri ve başkenti olan Belgrad'ın merkezindeydi. Tüm ülkenin nüfusu 7,5 milyon civarında bu nüfusun 1,5 milyon kadarı Belgrad'ta yaşıyor. Şehrin orjinal ismi Beograd "Beyaz Şehir" anlamına geliyor. İlk gün otelimize yerleştikten sonra yemek yemek ve şehir merkezini, gezilecek yerleri hızlıca keşfetmek için dışarı çıktık. Knez Mihailova Caddesi Belgrad'ın en kalabalık ve ünlü caddesi. Kimileri bizdeki İstiklal Caddesi'ne benzetiyor olsa da tam da İstiklal Caddesi gibi değil bence. Birçok tarihi yapının bulunduğu caddede, mağazalar, alışveriş merkezleri, caddeye masalarını çıkarmış cafe ve restaurantlar bulunuyor. Biz de biraz gezdikten sonra yemek için Knez Mihailova'nın başındaki restaurantlardan birine oturduk. Biliyorsunuz Bora her zaman gezmeyi sever ve çok uyumlu bir bebek-çocuktur :)  Ama o akşam babasıyla birazcık inatlaştı :) Aşağıdaki bakışmalardan anlayabilirsiniz ;)



Yemektan sonra caddede ve Belgrad'ın ara sokaklarında biraz gezindik. Mağazalarda fiyat araştırması yaptık ;) Gördük ki mağazaları Türk müşteriler istila etmiş! Birbirlerine "Ayy o ne güzel bir kazakmış! Şunun büyük bedeni yok mudur acaba?" diye soran alışveriş meraklısı Türk kadınlarını görünce sıkıldım ve mağaza gezimi sonlandırdım ;)

Ertesi gün Nikola Tesla Müzesi'ne gitmek için yola çıktık. Yolda torununu bebek arabasıyla gezdiren bir amca ile tanışıp sohbet ede ede müzeye doğru yürüdük. Amca bize hayatını, eşini, kızını, Türkiye'yle ilgili tüm bilgisini aktarıp bize müzenin yolunu da tarif edip yanımızdan ayrıldı. Biz Mehmet'le her taşın, böceğin yanında fotoğraf çeke çeke ilerlerken bir sonraki köşebaşından amca bebek arabasıyla önümüze tekrar çıkıverdi! "Dayanamadım, nasılsa torunumu gezdirmektan başka işim yok. Ben sizi müzenin kapısına kadar götüreyim diyerek geldim."dedi, bu sıcaklığıyla bizi şaşırttı ve mutlu etti :) Ki müze öyle bulunamayacak kadar zor biryerde de değildi, sanırım amca bizimle muhabbet etmeyi sevdi :)
Bu arada Belgrad'ta İngilizce bilen çok insan yokmuş gibi geldi, her birşey sormak istediğiniz insan İngilizce bilmeyebiliyor...Bazı yerlerde garsonlar bile...Aklınızda olsun ;)




Belgrad'ta binaların büyük bölümü mimari olarak çok hoş dizayn edilmiş. Ancak birçok bina da eski ve bakımsız. Belgrad'ta gezerken ekonomik olarak çok güçlü bir ülkede olmadığınızı hissediyorsunuz. Tüm gezimiz boyunca anladık ki Sırplar'ın kendilerine has ve bize güzel gelen bir mutfak kültürleri yok. En azından damağımıza hitap etmiyor. Her köşe başında pizzacılar var. Akşamları insanlar iş çıkışında ayak üstü pizza dilimleri alıp kokteyl masası veya bar masası şeklinde kaldırımlara kurulmuş cafe standlarında pizzalarını iştahla yiyorlar. Bir de her köşe başında mis gibi kokular eşliğinde şirin sarı büfeler içinde mısır patlatan Sırp güzeli kızlar var :) Yemek yemek için hep şık, güzel restaurant veya cafe arayışımız oldu. Bir akşam Vapiano'da, diğer akşamlar Kelvin Cafe'de, bir gün de Sava Nehri kıyısında bir restaurantta yemek yedik. Kelvin Cafe'yi özellikle çok sevdik, harika müzikleri ve harika pizzaları vardı! Latte'si ve tiramususu da çok güzeldi... Keyifle ve rahatça oturulabilecek bir cafe...


Emziğinden vazgeçemeyen Boracan ve babası


Derya'nın vazgeçemediği pizzalar :)



Nikola Tesla Müzesi'ne dönecek olursak : Nikola Tesla Sırp asıllı Amerika'lı fizikçi ve mucit. Sırbistan'ın haklı olarak gurur duyduğu önemli bir bilim adamı. Tesadüfen eşim geçen sene Nikola Tesla'ın hayatını okumuştu, müzeyi gezerken o bizi aydınlatmasa birçok şeyi anlayamazdım :) Nikola Tesla döneminde Edison'un en büyük rakibiymiş. Elektriğin kablosuz taşınabilmesi ile ilgili bir buluşu ve sayısız deneyi olmuş. Floresan lambayı, neon ışıklarını, hız-ölçeri, otomobillerdeki ateşleme sistemini, radarın temellerini, elektron mikroskobunu ve mikrodalga fırını Tesla bulmuş. Aslında insanlık için ne çok şey yapmış değil mi?

Müze'de her saat başı Tesla'nın hayatıyla ilgili sunum yapılıyor, turist grubunun toparlanmasının ardından İngilizce sunum ve deneyler başlıyor. Tabi ki ben de deneye katıldım! Hiç geri kalır mıyım? :) İnsan vücudundaki elektirik ile floresan lambaları çalıştıran bir mekanizma içinde deneye katıldım. Bir de ne olduğunu sonradan unuttuğum ve beni biraz korkutan başka bir deneye! :)

En küçük müze ziyaretçisi Bora Nikola Tesla Müzesi'nde Tesla'nın hayatının sunumunu dinliyor, hem de İngilizce!


Deneye katılan ben :) Elimin acısından çığlık atınca herkesi böyle güldürdüm :)






Bora'nın hayran bakışları


Bora kendine pizza boyuyor


Özellikle Kalemegdan, Tuna ve Sava Nehri kıyılarındaki gezilerimizi bir sonraki postta anlatacağım.

Herkese sevgiler,

Derya



Mülakattayız

İlginç mülakat anıları, deneyimleri ve trend İK konuları için İnsan Kaynakları bloguma da beklerim hepinizi :)

Çok taze;)


Herkese sevgiler...

Derya


8 Aralık 2013 Pazar

Bora ile Trafikte Yarım Saat Nasıl Geçer?


Anne   :Oğlum sen beni seviyor musun?
Bora    :Kok seviyomm
Anne   :Ne kadar seviyorsun?
Bora    : Bütüüün seviyoyummm (Kollarını iki yana kocaman açarak...ve kafasını sallayarak)
Hep hep seviyomm!

*****
Bora  : Süysene baa-baaa süyseneee!.. (Otopark çıkışında 10 dakikadan fazla ilerleyemeden beklediğimizde)
Bora  : Aaaa ayabaa gitti baba aaaa!

*****
Baba : (Yoğun trafikte) Korna çalınca noluyo, artist?!
Bora  : (Çığlık çığlığa) Artist demeee, artist demeee!

Trafikte bir süre daha gittikten sonra:

Bora  : Sen geç abiii! Geeeeç! Bi daha gelmeee! ( Sesini incelterek, yükselterek trafikteki diğer araçlara... Şoför beyler kusura bakmasın lütfen;) )
Bora  : O kyamvay mı anne o kyamvay mı?
O gamuon mu anne o gamuon mu?
O gamuon mu anne, dekerleği var mı?
Bi daha gamuon gelcek mi?
Okobüs mü o okobüs mü? Okobüs gidiyo mu, okobüs gidiyo muuuu? ( Burada çıldırıyor!Sesi yükseliyor!)
Bi daha okobüs gelcek mi bi daha gelcek miiiiiiiaaaaaaaaa?
Baba  : Bağırma oğlun, bağırınca otobüs gelmez.
Bora   : Gelmez mi baba?
Baba  : Gelmez oğlum, küser...
Bora  : Okobüs küsmeeeezzz! 
Bora  : Aaaa kyamvaay aaaa kyamvayyyy... Kvamvay geçcek mi bi daha? ( hırsından çılgınca bağırır)
Baba : Gelmicekmiş oğlum, Kadir Topbaş tramvayları kaldırıyormuş. Twitterdan açıklamış, tekrar aday oluyormuş.
Bora  : Kyamvaya bincek miyiz baba? Evin önünden mi binicez?
O makine mi baba ma-kiii-neee mi? (Bkz. dozer) 
Ben makine gördüm toppak atıyodu baaa-baaaa, toppak atıyoduuuuu!
Sessiz kaldıktan bir süre sonra :
Duruuuun, kapıyı açın inicem beeeen, oynıcaaaam burdaaaa ( Çılgınca bağırmalar... akşam akşam otoban kenarında alışveriş merkezinin ışıltılı yılbaşı süslerini görünce!..)


4 Aralık 2013 Çarşamba

Hayat

TV'de Okan Bayülgen'i görüp "O Ömer Dede mi o? (bkz. benim dedem hem de)" diye soran bir oğlum var...Hey gidi Okan Bayülgen heyy, çok mu yaşlandın, biz de yaşlanıyor muyuz ne?

3 Aralık 2013 Salı

Bora ile Yeni Diyaloglar

Çamaşır asıyoruz. Bora, sepetteki çamaşırları bana uzatmak için geldi hevesli hevesli. İlk çamaşıra dokunur dokunmaz sordu şaşkınlıkla:

Bora :  Anneee, bu çamaşırlar cok mu terlemiş?

:)

****

Bora istemeye istemeye yatağa gitti. Önce biraz mızmızlandı, az sonra uyur dedim ama mızmızlanması uzun sürdü. Peşine "Anneciiiiiim, sen de gelseneeee, sen de gelseneee!" diye yalvarmaları eklenince dayanamayıp yattım yanına, sarıldık. Birkaç dakika sonra :

Bora : Anne, sen mutfağı toplasana...
Anne : Emredersin oğlum!

****
İşten gelen babayı sevinçle karşılayan Bora, babasının geçen kıştan beri ilk kez giydiği farklı ayakkabılarını görünce :

Bora : Babacıııım, senin ayakkabıların cok mu güzeel, cok mu güzel onlar?
Baba : Benimkiler mi, güzel mi oğlum?
Bora : (Kendi ayağındaki ev patiklerini göstererek) Bunları beğenmiyorum baba, beğenmiyoruuuuuum. Onları giyiceeeem!..

Uçağını tamir eden Bora
06.11.2013



29 Kasım 2013 Cuma

Bora ile Diyaloglar

2 yaşındaki Bora Bey'den inciler :

Önce cebinden şıngır şıngır para sesleri gelir...

Bora :  Anne sana makine ve ekmek alıp geleyim mi? (Makine : Dozer, iş makinesinin Bora'cası...)
Derya : Olur al oğlum, benim de oyuncak bir makinem olsun.
Bora : Ben sana makine alcaktım, ister misin? (Cebindeki bozuk paraları çıkartıp sayar...)
Benim param var, ben makine alcam şimdi. (Kafasını ve kıvırcık buklelerini aşağı yukarı sallar hevesle...Koşa koşa yatak odasına gidip gelir.)
Derya : Hani oğlum aldın mı bana makine?
Bora : Alcam alcam, dur ben bi ekmek alayım.
(Düşünüp taşınır döner )
Bora : Anne ben uçağa bincem, ekmek alcam gelcem bunun içine koyucam.
Anne ben makine almadım. Alayım mı? Benim param var. Makine orda. Şimdi ben makine alcam sana, bu çantanın içine koyucam.
Derya : Ne makineymiş arkadaş?


Yazı yazarken yanlışlıkla kağıdın delinmesi üzerine koltukların çizildiğini gören Bora o sırada bilgisayarla uğraşan annesine nazikçe ve şefkatle yanaşır.

Bora :  Annecim ne güzel müzik mi çıktı?
Bora :  Annecim senin saçların çok güzel mi? (Annenin kucağına atlayarak en şirin gülümsemesi ile dudaktan öpmeye çalışır.) 
Anne : (Şaşkın ve mutlu) Teşekkür ederim oğlum, çok naziksin.
Bora : Anne ben yazı yazıyım mı o kalemle?
Bora : Anne ben koltuğu çizmedim mi?

Durumu anlayan anne olay yeri incelemesi yapıp şekfatle Bora'yı kucaklar.
Anne : Oğlum olsun napalım sileriz çıkar. Hadi gel silelim senle?
Bora : Silelim mi anne, çıkar di mi anne?
Anne : Çıkar tabi oğlum, napalım...
Bora : (Islak mendille koltuğu silmeye çalışır. Anne üzülmüştür, anlar...)
Anne üzülme ama üzülmeeee!.. Bak bu koltuk çok güzeeeel! (Diğer koltuğu gösterir...)

 * Bora *
 Nazoş Teyzesi'nin hediyesi ile mutlu bir poz :)
23.11.2013





28 Kasım 2013 Perşembe

Kayak zamanı, Tchibo zamanıdır!

Tchibo her hafta yenilenen temaları, modayı kaliteyle bütünleştiren ürünleri ve lezzetli kahveleriyle sevdiğimiz markalardan biri.

Bir Tchibo mağazasına girdiğinizde sizi karşılayan harika bir kahve kokusu duyuyorsunuz. Ürünlere bakmak için sabırsızlansanız bile kahve standının önünden güç bela ayrılıyor ve ürünlere doğru yöneliyorsunuz. Ürünlerin hemen hemen hepsi keyifli renklerde ve tarz ürünler. Üstelik hepsi birbirinden kaliteli ve dayanıklı. Tchibo ürünlerinin kalitesi, alanında uzman kişiler tarafından çok sıkı ve acımasız testlerden geçiyor ve sadece testi geçebilenler satışa sunuluyor.

Ve bu hafta tam biz seyahat aşıklarına göre bir tema var Tchibo’da. Kayak Keyfi&Kış Modası! Su ve kir geçirmeyen Ecorepel malzeme ürünler, çığ kazalarına karşı içerisinde yerinizi bildiren RECCO Reflektor bulunan montlar, nemi teninizden alıp dışarı ileten COOL MAX termal içlikler ve çok daha fazlası. Kayak&Snowboard kaskı ve gözlüklerinizi de aldıysanız, kayağa ve kış seyahatine hazırsınız. Ayrıca son moda kışlık kıyafetlerle de pistlerin en şık kayakçısı siz olacaksınız!

Kayak Keyfi&Kış Modası temasındaki tüm ürünler birbirinden güzel ama içlerinden seçerek birkaçına daha geniş yer verelim. Konu kayak olunca güvenlik önemli tabii. Kapitone Kayak Montu yumuşak ve sıcak tutması yanında Recco Reflektorle de güvenliğinizi sağlıyor. Güvenlik demişken, ayakkabı kar zinciri de bu temadan muhakkak edinmeniz gereken parçalardan. Spiral sistemiyle kara ve buza rahatlıkla basıyor, hem de kayıp bir yerinizi kırma tehlikesinden korunmuş oluyorsunuz. Konu seyahat olunca ayaklar daha bir önem kazanıyor tabii. Sağlıklı ayakkabılarla yollar size vız gelecek. Tchibo’nun termal botu ve termal çizmesi tam da bu bahsettiğim türden. Hem ayaklarınızı kuru ve sıcak tutuyor hem de rahat etmenizi sağlıyor. Üstelik fiyatları da dudak uçuklatmıyor. Tchibo’nun profesyonel içlikleri de kayağa gitmeden muhakkak edinmeniz gereken parçalardan. Mikro kapsül teknolojisine sahip bu içlikler, aşırı terlemeyi ve terin üzerinizde kurumasını önlüyor, size hareket özgürlüğü veriyor. Ve çocuklar! Tchibo onları da unutmamış, bu temaya tatlı mı tatlı Çocuk Kar Tulumları ve montlar eklemiş. Hepsi de hava alan, suyu ve rüzgarı geçirmeyen yapıda. Çocuklarınız bu tulum ve montlarla kar melekleri ve kar prensleri gibi görünecek!

Kayak Keyfi&Kış Modası temasında bunlardan başka birçok ürün daha bulunuyor. Daha ayrıntılı incelemek için Tchibo.com.tr’ye tıklayıp, keşfe başlayabilirsiniz. Şöyle keyifli bir alışveriş yapıp, sonrasında da kahveyle yorgunluk atmak isteyenleri, çalışanlarının yüzünden gülümseme eksik olmayan Tchibo mağazalarına davet ediyor ve ekliyorum; yeni temalardan herkesten önce haberdar olmak için Tchibo Facebook sayfasını (https://www.facebook.com/tchiboturkiye) beğenebilirsiniz. Keyifli alışverişler!

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Mutlu Yıllar, Hepimize...

Bugün bal oğlum Emre Bora'nın doğum günü.
Doğduğunda esmer, keskin bakışlı, dolgun dudaklı minik bir erkekken; sarışın, kıvırcık saçlı, kıvrık kirpikli ve sevgi dolu bir balböceğine dönüştü Bora'cık...


Bir sevgililer gününde hayatımıza sürpriz bir şekilde gelen Bora, gelişiyle, varlığıyla hayatımıza daha da çok sevgi ve anlam kattı. Hayata, dünyaya bakış açımızı değiştirdi. Zaten çocukları çok seven, zaten adı üstünde "Duygulu" olan annesini iyice yufka yürekli, iyice yardım peşinde koşan, dünyaya faydalı ne yapabilirim diye düşünüp duran bir kadın haline getirdi. Zaten hayata anlam katmaya çabalayan, tüm çevresine pozitif düşünmeyi öğreten ve hayata bakış açısıyla örnek olan babasını kendine hem arkadaş, hem rakip, hem dünya tatlısı çocuk ruhlu bir baba haline getirdi.

Bora'nın gelişi, varlığı arkadaşlarımızı, ailelerimizi, çevremizdeki herkesi, hatta sokakta, parkta, yolda, yolculukta, hastanede, alışverişte gördüğümüz herkesi gülümsetir, mutlu eder oldu... Bora bir gülüşüyle hastanede acil serviste mutsuz görünen bir hasta yakınını bile gülümsetir, yorgun görünen satış temsilcisine enerji verir, sevimli bir cümlesiyle bagaj kuyruğunda bekleyen asabi yolcuyu bile gevşetir oldu...

Kısacası iyi ki doğdu, "iyi ki doğmuş" dedirtti.

Ben birkez daha ne kadar şanslı bir insan olduğumu gördüm. Bora'nın bizim dünyamıza gelişiyle bizi sarmalayan, her zaman destek olan ailemiz, her anımızda yanımızda olan arkadaşlarımız, bizi bloglarımızdan tanıyan sevgili takipçilerimiz, ilk adım sevincini, söylediği ilk kelimeleri, çıkan ilk dişini benle aynı heyecan ve mutlulukla karşılayan, sadece nezle olup hastaneye gitmiş olsak da hastanede check-in yaptık diye sabaha kadar arayan-mesaj atan, koşup gelen dostlarımız ;) Bora daha 36 günlük minik bir bebekken zatürre olduğunda hastanede yatarken, en acemi ve en zor günlerimizde bizimle kaygılanan, bizimle ağlayan, bizimle çırpınan dostlarımız...

Hamileliğimde beni poh pohlayan, besleyen, destek olan, lohusalığımda kaprislerimi çeken, beni güldüren, eğlendiren, gezdiren, bana "Pamuk Prensesimiz" diyen ve her zaman bana bu hissi yaşatan, Bora'ya "Küçük Prens" deyip gönüllerinde kocaman bir yer açan canım arkadaşlarım...Bora'nın sevgili küçük ablaları, her türlü hikayesini dinleyip mutlu olan, onu uzaktan seven, özleyen stajyerlerim...

İyi ki varsınız, iyi ki Bora'nın anneannesi, babannesi, dedesi, amcası, dayısı, birbirinden tatlı manevi teyzeleri (onlar kendilerini bilirler, kızkardeşim olmadığı için mecburen kardeşlik yükünü omuzlarına yüklediğim canım arkadaşlarım) ve birbirinden eğlenceli manevi abileri, amcaları oldunuz.

Siz iyi ki varsınız, Bora iyi ki doğdu, hep birlikte nice güzel senelere...

Hepinize kocaman sevgiler...

Derya


10 Kasım 2013 Pazar

Mavi Gözlü Dev'i Saygı ve Özlemle Anıyoruz

Bu 10 Kasım'da Bora'yla birlikte Anıtkabir'e gitmek istedik aslında ama gidemedik. Evden de olsa saat 9:05'te ailecek Ata'mızı anmak için saygı duruşundaydık. Hazırolda durmayı öğrenen Bora, televizyonda Dolmabahçe'deki anma törenlerinde Ata'nın hayata veda ettiği o yatağa çiçek bırakan küçük çocukları gördü.
Saygı duruşundan 10-15 dakika sonra yanıma gelip "Anne ben Atatürk'e çiçek vereceğim." dedi.

Hem şaşırdım, hem şaşırmadım, hem gurur duydum, hem mutlu oldum, ümitlendim...

Bütün Cumhuriyet çocuklarına, Atatürk'ün torunlarına selam olsun... Atatürk ölmedi çocuklar!


29 Ekim 2013 Salı

Bora ile Santorini Adası

En romantik adaya hoşgeldiniz! Romantik ışıklar, romantik gün batımları... Bana uçsuz bucaksız mavisiyle ilk hissettirdiği duygu "özgürlük" oldu! Tabi bunda o yüksek tepesine çıkabilmek için bindiğimiz ve yaklaşık 60 derecelik açıyla yükselen teleferiğin de etkisi büyük olsa gerek ;) Uçuyorum sandım :)

Santorini


Santorini'ye geldiğimizde liman olmadığı için gemimiz açıkta demir attı. Biz de teknelerle kıyıya geçtik. Santorini'nin merkezi olan Fira'ya ulaşmak için iki ulaşım seçeneğimiz olduğu söylendi. Biri teleferik (cable car), diğeri ise "eşek"miş! Evet, yanlış duymadınız eşek :) Biz tabi ki çoğunluğun yaptığı gibi teleferiği seçtik. Aslında Bora ile eşek sırtında bir yolculuk nasıl eğlenceli olurdu kimbilir! :) Düşünmedik değil gerçi ama epey uzun sürdüğünü öğrenince vakit de kaybetmek istemedik. Teleferik için bilet alıp sıraya girdik.

Santorini teleferik


Güzel bir sistem kurmuşlar, nostaljik resimlerle de teleferiğe binilen alanı bile turistler için çekici hale getirmeye çalışmışlar. Bir kabine maksimum 6 kişi binebiliyor. Bizim delikanlı da 7. kişi oldu ve sırt çantamız, bebek arabamız ile teleferik kabinine yerleştik. Binince gördük ki, öyle Taksim'den İTÜ Maçka kampüsüne giden teleferik gibi değil, epey dik ve tehlikeli görünen, sanırım öyle de olan bir teleferikmiş bu! Bizim erkekler ağzı kulaklarında güle oynaya çıktılar tepeye, ben de hafif hafif sallanan ve okyanusun üstündeymişim hissi yaşatan teleferikte  sürekli fotoğraf çektim. Manzara harikaydı! Tek kelimeyle harika! Başka birşey söylemeye gerek yok...

Bora hayatındaki ilk külahta dondurmasını Santorini'de yerken...
Bora hayatında ilk kez teleferiğe binmişken...
(Ağustos 2013)


Teleferikten çektiğim fotoğraflardan biri


Volkanik bir ada olan Santorini'nin bir kısmı söylenene göre bir patlama sonrası kopmuş. Adanın bir bölümü uçurum, bir bölümü ise deniz seviyesinde ve çok güzel plajlara sahip... Teleferikle ulaşılan  Fira köyü 260 metre yükseklikte, dik bir uçurumun kenarına kurulmuş. Fira'da bir Ege klasiği olan mavi boyalı kapı ve pencereleriyle, bembeyaz badanalı çatısız evler sizi karşılıyor. 
Bu gizemli volkanik adaya tüm manzaraya hakim olabileceğiniz bir noktadan, teleferikten veya gemiden bakarken adanın  yamaçlarına kar yağmış gibi görüyorsunuz. Temizlik, yalınlık ve düzen hissi veriyor. Evlerası varmış inşa edilirken genelde birbirlerinin güneşini ve manzarasını engellemeyecek şekilde inşa edilmişler. Hemen hepsinin deniz manzarası varmış.



Fira'nın dar ara sokaklarında, çarşısında gezerken birbirinden renkli ve şirin dükkanlar gördük yine. Caldera manzaralı cafe ve restaurantlarda insanlar gün batımını izleyerek keyif yapıyorlardı. Santorini dünyada romantizmi simgeleyen yerlerden biriymiş ki bence kesinlikle hakediyor! Bu nedenle evlilik ve balayı için en çok tercih edilen yerlerden biri haline gelmiş.Oia Köyü evlenmek için en çok tercih edilen yermiş ve rezervasyonlar 5-6 ay öncesinden yapılıyormuş. Brad Pitt ve Angeline Jolie'nin de Oia Köyü'nde bir evleri varmış. Oia Köyü'nün populerliği 16. yüzyıldan beri artarak devam etmiş. O zamanlarda gemi kaptanları buradaki Cave House'lara (Mağara Evler) yerleşmeye başlamışlar.


Adaya bebekle veya çocukla gitmeyi düşünecekler olursa buranın yürümek ve gezmek için çok zor bir ada olduğunu söylemem gerekir. Adanın yerleşim yerlerinde yollar düz değil, basamak basamak...Dolayısıyla bebek arabasıyla gezmek çok kolay olmuyor. Biz Mehmet'in sabrı ve üstün gayretleriyle bu zorluğu hiç hissetmeden adanın büyük bölümünü gezdik :)


Adanın heryerinde rastlayabileceğiniz eşek sembollerinden :)


Biz Santorini'de denize girmek istemedik. Sebebi sadece adanın ve manzaranın tadını doya doya çıkarmak... Ama tekrar gidersek Santorini'nin siyah taşlı plajlarında denize girmeyi isteriz! En populer plajları Kamari ve Perissa, denize girmek için önerilen yerler...

Buraya tekrar gelirsek mutlaka adada bu muhteşem manzaraya hakim şirin butik otellerde konaklamayı istiyorum. Ada bir günde gezilebilecek biryer değil, gezmek için en az iki güne ihtiyaç olur, doya doya yaşamak içinse bence en az bir haftaya...


Herkese sevgiler,

Derya