Sayfalar

28 Kasım 2012 Çarşamba

Madem Telefon Cebinde, Şuben Her An Seninle

Geçtiğimiz günlerde yayınlanmaya başlayan Erkin Koray’lı Garanti reklamlarını görmüşsünüzdür. Hani Erkin Baba’nın bateristine “Madem telefon cebinde olma şaşkın, Garanti Cep Şubesi’ni kullan şaşkın.” dediği. Reklam Erkin Baba’nın efsanevi şarkısı “Şaşkın”ı hatırlatmasının yanı sıra tüm bankacılık işlemlerini Garanti Cep Şubesi’nden kolayca yapabileceğimizi söylüyor. İlk olarak 2007 yılında wap.garanti.com.tr ile hizmete giren Garanti Cep Şubesi’nin bugün iPhone, iPad ya da Anroid telefonlara özel geliştirilen uygulamaları ile pek çok platforma özel hizmet sunuyor. Mesela alışveriş sırasında kredi kartına para yatırmak gerekiyor, hemen Garanti Cep Şubesi’ne giriyorsunuz, anında işlemi gerçekleştiriyorsunuz. Garanti Cep Şubesi’ni kullanırken bağlantı ücreti ödemiyorsunuz. Hatta Cep Şubesi’nden işlem yapmak da ücretsiz. Cep Şubesi’ni telefonunuza ücretsiz indirmek için CEPSUBESI yazıp 3342’ye mesaj atmanız yeterli. Gelen link’e tıkladığınızda uygulama iniyor ve Cep Şubesi’ni kullanmaya başlıyorsunuz. Bununla birlikte 30 Kasım’a kadar Garanti Cep Şubesi’ne girenler 20 iPhone, 20 iPad ve 20 Samsung Galaxy S III’ten birini de kazanma şansını yakalıyor.
Detaylı bilgilerle birlikte yorumlar #mademtelefoncebinde hashtag’inde ve www.garanti.com.tr’de.




Bir bumads advertorial içeriğidir.

Yakında : Doğum Günü Partisi Postu

Bora'nın ilk doğum gününü iki kez kutlamış olacağız. Daha doğrusu arkadaşlarımız ve ailemiz için iki ayrı ama küçük kutlama yapmış olacağız. Aslında kutlamanın ilkini arkadaşlarımızla birlikte geçtiğimiz Cumartesi günü yaptık.İkincisini önümüzdeki Cumartesi ailemizle birlikte yapacaktık ama o gün çok yakın bir arkadaşımın nişanı var; o yüzden Pazar gününe aldık. Aksilik olmazsa ikinci kutlamayı da Pazar günü yapacağız.

Merak edenler, Bora'nın resimleri nerede diyenler var. Ne olur kusura bakmayın :( Önce notebook'um bozuldu, 2-3 gün tamirde kaldı. O iyileşti döndü (içindeki tüüüm dosyaları kalbine gömerek...) bu kez ben fenalaştım. Kaç gündür bir halsizlik, bitkinlik var nedense... Akşamları Bora ile oyun oynayıp, kitap okuyup dinleniyoruz. En kısa zamanda Bora'cığımın doğum günü kutlaması postunu yayınlayacağım, söz veriyorum!

Herkese sevgiler...

Derya


27 Kasım 2012 Salı

Çokoprens'ten Çekiliş Haberi

Herkese Merhaba,

Blogger Anneler'den sevgili arkadaşım Çokoprens'in güzel annesi ilk çekilişini düzenliyor. Hem de sevimli mi sevimli hediyeler veriyor. Ben bir bakın derim :

Çokoprens

Sevgiler,

Derya




18 Kasım 2012 Pazar

Boralika ile Edirne Gezimiz - 2

Biliyorum, sizi istemeden biraz beklettim. Ama neyse ki siz de benim iş-güç koşturduğumu, en güzel uğraşımın Boralika'm olduğunu, bir de onun blogu olduğunu (borabebek.blogspot.com) ve üstelik son günlerde Bora'nın 1. yaşgününün yaklaşması sebebiyle iyice eteklerimin tutuştuğunu biliyorsunuz!
Edirne gezimizi anlatmaya kaldığım yerden devam ediyorum.Eski Tren Garı ve Rektörlük binasını gezdikten sonra otelimize doğru yol alırken Tunca Nehri kıyısında araçları parkedip yağmur altında fotoğraf çektirdik. Fotoğrafların böyle puslu, bizim de böyle hafif sinmiş görünmemizin sebebi çiseleyen yağmurdur biline! Arabada çocuk koltuğunda uslu uslu oturan ve kitabını okur görünen Bora 4 dakika süren fotoğraf molamız süresince kopmuş ve hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Kapıyı açıp onu o halde görünce çok üzüldük... Merak etme, bundan sonra yağmur da yağsa beraber ıslanacağız o yağmurlarda sevgili oğluşka!
Buradan sonra otelimize geçip kısa bir dinlenme ve minik Bora ile Tolgahan'ı doyurma molası verdik. Bundan 3-4 hafta önce Bora'da ciddi bir iştahsızlık vardı, çok aç olduğunda dahi mama yemek istemiyordu. Aşağıdaki fotoğrafta yemek yememek için bana yalvarırcasına bakan ve ağlayan Bora'yı ve kararlı ifademle beni görebilirsiniz :) Neyse ki zorla da olsa Bora'yı doyurmayı başarıp kıyafet de değiştirip dışarı çıkmaya yeniden hazır hale geldik. 
Selimiye'ye doğru yol alıp araçları sokak arasında ilginç çingene bir otoparkçıya teslim edip Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ne girdik. Müzeye girer girmez arabasında kaykılan Bora zorla doyurulmuş midesiyle uykuya hazırlanıyor gibiydi :) Karşısında 32 dişini göstererek gülümseyen annesi ise hayatında hiç müze görmemiş gibi...
Müzedeki eserlerin çoğu prehistorik dönemden kalma. Eski Yunan, Roma ve Bizans eserleri sergileniyor. Müzenin etnografya bölümünde Osmanlı dönemine ait yaşam tarzını yansıtan eşyalar, özenle giydirilmiş mankenler yer alıyor.Osmanlı dönemi gelin ve damatlarını temsil eden mankenler müzeye ilk girişte dikkatimizi çeken objeler arasında oldu.
Edirnekari ağaç işlemeleri, sandıklar, dolaplar, sedirler...Paha biçilmez bir sanat eseri görünümüyle bu yüklük dolabı kapağı Gökçe'yi ve beni büyüledi!
Deniz kaplumbağası kabuğundan yapılmış olan kaşıklar, ibrikler, nargile takımları, Helenistik krallardan kalma sikkeler de oldukça ilgi çekici geldi. Bunların dışında müzenin diğer bir bölümünde fosil vitrinlerinin yer aldığını görünce ilgimiz ve şaşkınlığımız daha da arttı.Paleontolojik döneme ait bu fosiller arasında Edirne ve çevresinde bulunan fil, gergedan ve at türünden hayvanların diş, çene kemiği ve omurga kemiklerine ait parçalar yer alıyor.


Müzenin diğer bir bölümünde ise arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular yer alıyor.Burdaki arkeolojik buluntuların en eskisi Enez Hocaçeşme Höyüğünde bulunan eski Orta-Neolitik-İlk Kalkolitik döneme ait günümüzden 7400 yıl önceye ait taş, kemik ve pişmiş topraktan yapılmış eserlerden oluşuyor. Pişmiş topraktan yapılmış kadın başlarının bulunduğu vitrin tarih boyunca kadınların saç modellerini gösteriyor.
Müzede o kadar çok eser var ki sayfalarca anlatılabilir.Müzeyi gezdikten sonra asıl ve en önemli hedefimiz olan Selimiye'ye doğru yürüdük. Yürüyüş uzun sürmedi, çünkü müze ve cami hemen karşı karşıyalar :) Bora arabasında uyurken biz el ele Selimiye önüne doğru ilerleyip karşıdan Gökçe ve Kürşat'a Selimiye hatırası bir poz verelim dedik :)
Tam da o anda güneş güzel yüzünü gösterdi bize, bu muhteşem minarelerin arasından :)
Bizim küçük paşalar arabalarında keyif yaparken biz sırayla caminin içini gezdik. Selimiye'nin kapısından girer girmez buranın ulvi havası insanı sarıp sarmalıyor.Kubbe'deki nakışlar, motifler başka söze gerek yok dedirtiyor! Ben de daha fazla anlatmıyorum ve herkesi mutlaka Selimiye Camii'ni görmeye davet ediyorum!
Ve bu muhteşem camiyi gezdikten hemen sonra Selimiye Camii Külliyesi'nde bulunan Türk İslam Eserleri Müzesi'ne gittik. Büyük usta Mimar Sinan'ın balmumundan yapılmış heykelinin bulunduğunu daha önce duymuştum ancak bu kadar gerçekçi olduğunu söylemiş olsalar da hayal edememiştim. Gözlerimize inanamadık, sanki canlı gibiydi! Sakalları, yüzünün derisi, parmakları, elinin üzerinde tüyleri özenle ve öyle gerçekçi yapılmıştı ki hala hatırladıkça şaşıyorum!
Müzenin avlusunda artık yok olmuş olan 15. yüzyıl mezarlıklarından derlenerek müzeye getirilen mezar taşları sergileniyor.Müze içerisinde farklı farklı eserleri bir arada bulunduran odalar mevcut.
Tekke Eşyaları Odası, Kırkpınar Odası, Ağaç İşleri Odası, Çorap Odası, Mutfak Eşyaları Odası,Cam Eşya Odası,Porselen ve Seramik Odası,Ölçü Aletleri Odası,Balkan Harbi Odası,Silah Odası, Sarayiçi Odası, İşleme ve Levhalar Odası...Aşağıda sol başta yer alan resim bu odalara giderken geçtiğimiz koridorun tavanına işlenmiş bir tasarıma ait.Benim çok ilgimi çekti...
Aşağıdaki fotoğrafta eski sünnet yataklarını temsil eden süslenmiş bir yatağı ve bizim pehlivanların poz verdiği Kırkpınar odasını görebilirsiniz :) Gökçe o sırada ağlayan minik Tolgahan ile ilgilenmekle meşguldü ama yine de göz ucuyla bu sünnet yatağına bakmadan geçmedi :)
Bu müze gezimizi de bitirdiken sonra tarihi Selimiye Arastası'na gitmek üzere külliyenin tarihi merdivenlerinden inmeye başladık. Nasıl mı? İki tane kocaman ve oldukça ağır bebek arabası, bebeklerin eşyalarını barındıran sırt çantaları ve bizim çantalar ve bebekler... :) Yine de zevkliydi o tarihi basamaklardan döne döne inmek :)Bir baktık Arasta Çarşısı'nın içindeyiz!Oldum olası tarihi çarşılara bayılırım. Kapalı Çarşı'nın, Mısır Çarşısı'nın içinden her geçtiğimde (bir zamanlar hergün geçerdim, mezuniyetten sonraki ilk işim Beyazıt-Eminönü arası bir bankadaydı...) o farklı kokuyu içime çeker, loş ışıklar altındaki bu eski dükkanları, satılan otantik eşyaları incelerim.
Selimiye Arastası'nı da baştan başa gezdik. Gökçeler meşhur Edirne meyve sabunlarından aldılar. Bana yıllar önce Nazan Edirne'de okurken getirdiği için ve fazlasına da evde yer olmadığı için almadım.Biz de her zamanki gibi Mehmet'le bir dolu magnet ve Edirne hatırası havlular aldık. Artık yorulmuş ve meşhur Edirne yaprak ciğerlerinin hayaliyle kendimizden geçmiştik ki Arasta'nın kapısından çıkar çıkmaz ciğercileri de dizi dizi karşımızda gördük :) Edirne'yi bilen arkadaşlarımız bize mutlaka Aydın'da ciğer yememizi önermişlerdi. Mehmet ve Kürşat da henüz çarşının içindeyken Aydın'ı arayıp rezervasyon yaptırmak istediler. Ancak Aydın'da telefona çıkan kişi rezervasyon kabul etmediklerini, 1-2 saat sonrasını bile bilemediklerini söyleyip umursamazca telefonu kapayınca dünyanın en lezzetli ciğerini de yapıyor olsa bizim gururlu beyler oraya gitmezdi! Nitekim de öyle oldu :) Zaten yanımızda iki minik bebek varken 1-2 saat daha bekleyip yollarda aç aç gezme lüksümüz yoktu.Arasta'nın karşısında gözümüze en hoş görünen ciğerciye yani Çınaraltı'na gidip güzel bir masaya kurulduk.İyi ki de beklemeden gitmişiz.Çorbası, piyazı, ciğeri öyle lezzetliydi ki...Bir de yemek öncesi masamıza getirilen ve benim şu an ismini hatırlamadığım kupkuru acı biberler de güzeldi. Kim yiyebilir, kim yiyemez iddiası yaptık kısa bir süre. Ben bir biberin yarısını yiyebildim :) Diğerleri ucundan azıcık :)
Karnımızı güzelce doyurduktan sonra yine otelimize döndük. Bora nerdeyse 3 saattir mışıl mışıl uyuyordu. Otele giderken arabada uyandı :) Otel görevlileri bizim sık sık iki bardak kaynamış su istememize alışmışlardı, yine suyumuzu isteyip mamamızı yaptık.Bora doyup biraz kitap okudu, biraz oyun oynadı, biraz tv izledi. Biz de dinlendik :) Ama Edirne merkezi akşam görsek, biryerlerde bir kahve içsek, tatlı yesek iyi olurdu. Benim de boğazım ağrımaya başlamıştı. Gökçelerle mesajlaşıp hazırlandık ve lobiye indik. Bora ele avuca sığar mı? Lobi de ona dar geldi :) Resepsiyon görevlisi abla bize romantik şarkılar çaldı, biz de hazır ortada kimseler yokken çılgınlar gibi dansettik ve kıkır kıkır güldük :)
Gökçelerin inişi uzun sürünce ben Tolgahan'ın rahatsızlandığını tahmin ettim. Ne yazık ki doğru tahminmiş. Minik kuzu, tatlı kuzu odada sürekli ağlamış :( İstanbul'dan gelirken gaz sancısı diyerek eve gönderen doktora güvenip Gökçe'nin de istemesi ile bu geziyi ertelememiştik.Ama Tolgahan'ın bir ağrısı, bir derdi vardı ki bu kadar ağlıyordu :( Ben Edirne'de hastaneye gitmeyi önerdim, Gökçe ve Kürşat nasılsa yol çok uzun değil diyerek İstanbul'a dönmeye ve kendi doktorlarına gitmeye karar verdiler. İyi ki de öyle yapmışlar.Taolgahan'ın kannda enfeksiyon varmış, o gece hemen tedavisi planlanmış paşamın.
Biz çeyizimiz çemberimizle odaya epeyce yerleştiğimiz için o gece dönmedik.Gökçeler'i uğurladıktan sonra dışarı çıkıp biraz merkezi gezdik ve sıcak birşeyler içtik.Boğazıma da iyi geldi...
Kısa Edirne gezimiz güzeldi. Tolgahan iyi olsa daha da güzel olurdu ama neyse ki iki gün sonra iyileşti yakışıklı beyefendi :) İyi haberlerini almak bizi de mutlu etti :)
Canım oğlum Boralikam ve yakışıklı arkadaşı Tolgahan için büyüdüklerinde önünde böyle tatlı bir bebek gelin oturan güzel bir gelin arabası ile düğünlerine güle oynaya gitmelerini diliyorum!
Şimdilik benden bu kadar...
Herkese şimdiden güzel, güneşli bir pazar günü diliyorum :)
Sevgiler...

6 Kasım 2012 Salı

Seherin Marifetleri'nde Çekiliş

Merhabalar,

Seherin Marifetleri'nde şu sıralar tam da bizim ihtiyacımız olan türden diş buğdayı hediyelikleri için çekiliş düzenlemiş. Benim bu konularda hiç şansım yoktur ama yakında Diş Buğdayı ve doğum günü kutlaması yapacak olmamız ve şaşkın bir hazırlık içinde olmamız bu çekilişe katılmaya itti beni :) Kimbilir belki Bora'nın şansına çıkar...

Siz de katılmak isterseniz buradan bilgi edinebilirsiniz :

Seherin Marifetleri / Çekilişime Buyrun

Herkese sevgiler...

4 Kasım 2012 Pazar

Boralika ile Edirne Gezimiz-1

Heyecanla beklediğimiz bayram sonrası İtalya gezimiz son anda iptal olunca teselli gezisi olarak Gökçe ile ve tabi ki çok değerli eşlerimiz ile bayramın son günü ve Cumhuriyet Bayramı için 2 günlük Edirne gezisi planladık.Edirne niye diye soranlara; özel bir sebebi yok, yakın ve çocuklarla gidilebilecek biryer olarak ilk aklımıza orası geldi sanırım.

Bayramın 3. günü Gökçeler'in evinde geceden kavuştuk iki aile.Minik Tolgahan'ı sarıp sarmalama, hoplatıp zıplatma hayaliyle eve çıkıp paşanın gaz sancısı çektiğini görünce üzüldük.Sabaha iyiydi çok şükür, erkenden yola çıktık. Bora bu yolculuk ile ana kucağından araba koltuğuna terfi etmiş oldu.Koltuğunu çok sevdi paşacığımız, yol boyunca önce kitap okudu, sonra şarkı söyledi derken çok geçmeden uyudu. Zaten yollar da bomboştu, 1,5 saatte Edirne'ye ulaştık.Kent merkezinden geçip benim Edirne'de en çok merak ettiğim yer olan Meriç Nehri'ne doğru yol aldık.


Benim çok yakın arkadaşlarım hep Edirne'lidir, orada yaşamıştır veya Çanakkale'lidir.Nazan,Pınar, Hatice...Özellikle Nazan'ın Trakya Üniversitesi'nde okuması, o yıllarda ikimizin de yazıya çiziye meraklı tipler olmamız sebebiyle interneti, teknolojiyi bir tarafat bırakıp birbirimizle sık sık mektuplaşmamış, bana her hafta Edirne'den gelen renkli,çiçekli,kelebekli zarflar daha bir sevdirmiştir bu şirin kenti bana.

Onların da tavsiyeleriyle meşhur Lalezar Çay Bahçesi'ne gitmeden olmazdı! Lalezar Restaurant'a yaklaştığımızda bu harika manzarası eşliğinde kahvaltı etmek için can attık. Kahvaltıyı heyecanla bekleyen iki küçük beyin, iki küçük bayram paşasının resimlerini yukarıda görmüşsünüzdür zaten :)
Lalezar'daki kahvaltımız keyifliydi.Hoşuma gitmeyen iki küçük şey, bu güzel restaurantta sadece tek bir mama sandalyesinin olması ve vestiyer bulunmaması idi. Sizce ben bunu yetkililere iletmeden durabilmiş miyimdir? :) Tabi ki hayır...Bir dahaki sefere kontrol edeceğim bakalım, dikkate almışlar mı? ;)
Kahvaltı sonrası yağmur çiselemeye başladı ve biz bu tatlı yağmurda Lalezar'ın bahçesinde kısa bir gezinti yapıp fotoğraf çektik.

Sonraki durağımız Lozan Anıtı oldu. Trakya Üniversitesi Rektörlük binası ve Mimar Kemalettin imzalı tarihi Tren İstasyonu binasını da içinde barındıran bu kampüs gerçekten çok farklı bir zaman diliminde yer alıyor gibiydi. Barış teması üzerine yapılan anıt 1998 yılında alınan bir karar ile Lozan Konferansı anısına yaptırılmış.

Eski Edirne Tren Garı Mimar Kemalettin Şark Demiryoları şirketi için tasarladığı dört gar binasından biriymiş.Filibe, Selanik ve Sofya garları... 1974 Kıbrıs olayları döneminde bu gar kısa bir süre karakol olarak da kullanılmış.1977 yılında ise Trakya Üniversitesi'ne bırakılmış.



Üniversite kampüsünden birbirlerinden 20-30 metre uzaklıkta kurulmuş bu şirin yapılar farklı bölümleri temsil ediyor. Ne kadar güzel!

Çiseleyen yağmurda elinde sımsıkı tuttuğu pembe şemsiyemiz ile Bora'nın uslu uslu gezmesi çok şirindi. Şemsiyeyi azıcık alalım desek cool çizgisinden ayrılan Bora Bey hemen yaygarayı kopardı. Biz de onu şemsiyesinden ayırmamak için elimizden geleni yaptık.

Eee hazır buraya kadar gelmişken de Bora'nın üniversitenin Heykel Bölümü'ne ön kaydını yaptıralım dedik :) 


İlk gün epeyce bir gezdik. Bunu tahmin ettiğimiz için bir gece konaklayalım, hem doya doya gezelim birşey atlamayalım hem de dinlenmiş olalım dedik.İyi ki de öyle yapmışız!

İnternetten kısa bir araştırmayla kalacak yer olarak Hotel Edirne Palace'ı seçmiştik kendimize.Web sitesinden çok hoş ve temiz bir otel olarak görünüyordu ama önemli olan iki bebekle oraya ulaştığımızda içimize sinip sinmeyeceğiydi.Biraz da oteli ben seçtiğim için tedirgindim açıkçası ama beni mahcup etmediler. Umduğumuzdan da daha şirin bir otelle, güleryüzle hizmet veren görevlilerle karşılaştık. Gecenin 3'ünde 5'inde kaynatılmış sıcak mama sularını odamıza jet hızıyla ve memnuniyetle getiren servis görevlilerine buradan da tekrar teşekkür ediyorum! İşletme yönetimi mütehassısı, girişimci ruhum hemen kendini otel sahibinin yerine koyarak bu ara sokaktaki küçücük otelin bu şekilde dekore edilerek hizmete sunulması ve işini severek yaptıkları belli olan çalışanlarını görünce "Bravo, bravoo!" dedi!

İlk gün otele yerleşip bebek beyleri doyurup kıyafetlerini değiştirdikten sonra tabi ki gezimize devam ettik! İkinci bölümü ayrı bir post ile yayınlıyor olacağım.Şimdilik bu kadar :)

Herkese şimdiden güzel haftalar, mutlu pazartesiler...

3 Kasım 2012 Cumartesi

Sokak Simitçisi

Bu sabah Bora'nın doktor kontrolü vardı.Her zamanki gibi ilk randevuyu almıştık doktorumuz Sevil Hanım'dan. Günün geri kalanını doya doya kullanabilmek için... :) "Doya doya" dediğime bakmayın, doya doyadan kasıt işlerimizi yetiştirmek ve günü bölmemek. Bora erkenden uyandığı için kahvaltısını yapıp banyosunu yaptırdıktan sonra evden çıktık. En son iki ay önce görüşmüştük Sevil Hanım'la, güzel bir görüşmeydi :) Bu kez Bora'nın hafif burun akıntısı ve küçük öksürükleri yüzünden tedirgindik. Neyse ki şimdilik hafif bir nezle durumu olduğunu öğrendik, rahatladık... 2 aydır nerdeyse zorla yemek yiyen Bora bu 2 ayda sadece 450 gram almış!!! Anneler bunun ne demek olduğunu bilirler. Üzüldük ama doktorumuz bizi rahatlatmak ve Bora'nın kilosunun normal olduğunu bana kabul ettirmek için elinden geleni yaptı her zamanki sabrı ve olgunluğuyla... Şimdi yetişkin biri olan oğlunun çocukken kahvaltı ederkenki siyah beyaz fotoğrafını mı göstermedi, büyüme eğrileri mi göstermedi, neler neler...

Nedense bu muayenede Bora ağladı da ağladı...Sevgili tatlı oğlumda bir kablo-boru korkusu gibi birşey başladı sanırım :) Evde elektrik süpürgesini, saç kurutma makinesi veya blenderı görür görmez yaygarayı basan Bora bu kez de Sevil Hanım'ın steteskopunu görünce kendinden geçti. Babası bir yandan, ben bir yandan onu sakinleştirip muayenesini tamamlamak için çabaladık durduk!Meğer daha küçük bir bebekken muayeneler, aşılar ne rahat geçiyormuş. "Benim oğlum aşı olduğunda bile ağlamıyor!" diye gururlanıyordum yakın zamana kadar.

Sonlara doğru ortama alışan ve sanırım nihayet Sevil Hanım'ı tanıyan Boralika'm doktorunun kollarına atılıp Sevil Hanım'ın telefonuna şirin ve şaşkın pozlar verdi. 

Bora ve babası hastanede son işlemleri hallederken ben de ilaçlarını almak için karşıdaki eczaneye gittim. İlaçlar hazırlanırken etrafa baktığımda sabahın o saatinde Bakırköy'de çalışan, okuyan, hergün bu şirin ve kalabalık ilçeye gelip giden insanlara bir kez daha imrendim.Bakırköy'ü ve Bakırköy'ün sokak simitçilerini her zaman sevmişimdir.Neden mi? Sanırım ortaokulu burada okumuş olmam, henüz 6 yaşındayken ilk önlüğümü buradaki bir mağazadan almış olmam, çocukken tiyatroya, sinemaya, lisedeyken dersaneye Bakırköy'de gitmem; Mehmet'le Bakırköy'ün her taşında, köşe başında ayak izimizin olması...Vee tabi sonra Bora'yı beklediğimiz,onu ilk kez görüp kucağımıza aldığımız hastanemizin burda olması... Ha bir de Tarık Akan faktörü var, onu detaylandırmayayım ;)

Eczanede işim bittiğinde mis gibi çıtır simitler sanki kokularıyla beni kendilerine çağırdılar! Bora'dan önce yataktan kalkar kalkmaz kahvaltı etmezsem öleceğimi sanırdım.Anne olunca birkaç saat aç dolaşabilme yeteneği de kazandım! Ama en fazla birkaç saat ;) Aç olduğum zaman gözüm dönüyor! Carousel'in önünde şirin kırmızı simit arabasının başında gazete okuyan beyaz saçlı bir amcaya doğru ilerledim.Sanırım hayatımda gördüğüm en kibar simitçiydi kendisi.Gülümseyerek "Günaydın!" deyip siparişimi aldı.Ne simitlere ne de simitleri koyacağı kesekağıdına el sürmeden maşa ile simitlerimi hazırladı, özenle paketleyip poşete koydu. "Başka bir poşete daha koymamı ister misiniz Hanım Kızım?" dedi."Gerek yok, teşekkürler zahmet oldu." dedim."Hiç zahmet olur mu vazifemiz kızım. Sormak da vazifem, belki uzak biryere götüreceksindir simitleri." dedi. Teşekkür ettim, memnun oldum...Arkamdan tebessümle "Afiyetle yiyin kızım..." diyerek uğurladı beni. İstanbul'da hala kibar insanlar var, hala işini severek yapan esnaflar, sokak satıcıları var. Yaşamaktan mutluluk duyan ve bu mutluluğu etrafındaki insanlara da yaymayı bilen insanlar var...Bora ve Mehmet'le buluştuğumda heyecanla bu sokak simitçisini anlattım.Kendisi farkında değildir muhtemelen ama benim günümün güzel devam etmesinde, hala İstanbul'da yaşıyor olmaktan dolayı bugünlük mutlu olmamda etkisi büyüktür.Benim için günün olayı budur!
Kendisine burdan selam ederim...

Edit : Sonradan unutmamak için şu komik konuşmamızı da ekliyorum : 
Eşime hastanenin otoparkında elimdeki simit poşetini gösterip "Simit aldım ve sanırım hayatımdaki en kibar simitçiyle tanıştım!" dediğimde, eşim "Hayırdır Hülya Avşar simitçiliğe mi başlamış?" diye sordu. Anlam veremeyip soru soran bakışlarla "Hülya Avşar çok mu kibarmış?" dedim :) "Sen en güzel simitçiyle tanıştım demedin mi?" dedi eşim bu kez! Söylenecek söz mü? :) "Demek Hülya Avşar'ı güzel buluyorsun haa?" dedim hemen tabi ki...Sağır duymaz uydurur, muhabbet nerelere gitti :) Sanırım epey komik bir aileyiz biz :)